BİR BİLİMKURGU KLASİĞİ LESABENDİO
Pallas’ın sakinleri fıçı biçimli asteroidlerini nasıl geliştirip güzelleştireceklerini düşünüp durmaktadırlar. Labu inşa edilecek yapıların yalnızca eğimli çizgilerden oluşan şekillerde olmasını istemektedir. Düzensiz ve eğri unsurlardan oluşan kök benzeri yapı iskeletlerinin üzerine yerleştirilen orantısız kubbeler hayal etmektedir. Peka ise yalnızca düz çizgiler, keskin kenarlar, parlak dümdüz pürüzsüz yüzeyler, düzenli açılar ve orantılar peşindedir. En beğendiği formlar kristaller, özellikle de pırlanta kesimi benzeri geometrik şekillerdir. Manesi ise bitkilere tutkundur, Pallas sakinlerinin gıda kaynağı olan mantar çayırları kurmakta, her yana çiçeklikler, sarmaşıklar, çelenkler yerleştirmek istemektedir. Nuse ise gökyüzüne ulaşan ışık kuleleri inşa etmeyi kendine hedef seçmiştir. Dex asteroidi geliştirme ve güzelleştirme konusunda sanatsal fikirleri olmayan, ancak tüm yapı çalışmaları için gerekli olan kaddimon çeliğinin çıkarılması ve işlenmesi üzerine uzman olan biridir. Sofanti ise müziğe meraklıdır ve üretiminde uzman olduğu deri tabakaları ile yapılara katkıda bulunduğu gibi, bu deri tabakalarını kullanarak müzik çalışmaları da yapmaktadır. Lesabéndio’nun aklı fikri çok yüksek bir kule yapmaktadır; bu kulenin yardımıyla Pallas asteroidinin üzerindeki ışık bulutunun gizemlerini çözmek istemektedir.
UZAY ŞAİRİ, YILDIZ GEZGİNİ
Uzay şairi, yıldız gezgini, iflah olmaz hayalci Paul Scheerbart’ın 1913 yılında yayımladığı “Lesabéndio” romanı bize Pallas’taki yaşamı anlatırken, yukarıda bir kısmından bahsettiğimiz Pallas sakinlerinin gayretkeş uğraşılarını ve fikir dünyalarını da önü- müze serer. Aralarında çok sayıda tanınmış entelektüel ve sanatçının bulunduğu hayranları, onu dadacılığın, dışavurumculuğun (ekspresyonizmin) ve sürrealizmin öncüsü olarak görmekte, modern mimari alanındaki ileri görüşlü katkılarını vurgulamakta ve hatta onu atomun parçalanmasının müjdecisi olarak anmaktadır. Ünlü düşünür ve yazar Walter Benjamin de bir Scheerbart hayranıdır. 1913 yılında “Lesabéndio” romanı için övgü dolu bir değerlendirme yazısı kaleme alan Benjamin’in Lesabéndio ve Paul Scheerbart’a olan ilgisi devam etmiştir. 1939 yılında “Scheerbart Üzerine” adlı bir çalışma daha hazırlamış ve Lesabéndio’yu “gerekli olan tüm teknolojiyi geliştirmiş ve bunu insanlığın yararı için kullanmakta olan bir toplumun görüntüsü” olarak tanımlamıştır.
Benjamin’deki Lesabéndio etkisi bununla sınırlı kalmamıştır. Benjamin’in notlarında bahsedilen ancak Nazilerden kaçarken yaya olarak geçmeye çalıştığı İspanya – Portekiz sınırında intiharı sonrası kaybolan “Der Wahre Politiker (Gerçek Politikacı)” isimli çalışmasında Ernst Bloch, George Sorel ve Georg Lukács’ın siyaset felsefesine dair görüşlerini ele aldıktan sonra sonuç bölümünde bu fantastik asteroid romanının değinmekte olduğu siyasi altyapıyı tartışmaktadır.
ÜTOPYA MI, BİLİMKURGU MU?
Peki Scheerbart ne yazmıştır da, bu fantastik bilimkurgu romanı çağımızın ünlü düşünürünü bu derecede etkilemiştir? Pallas’ın gizemi nedir? Aslında kimi eleş- tirmenlerce bir ütopya olarak değerlendirilen bu romanda, tümüyle dünyamızın ve insanlığın hali ele alınmakta ve Scheerbart’ın olağanüstü düşgücünün ışığında biz Dünyalılar anlatılmaktadır. Ama farklı bir biçimde!
Bir düşünün eğer insanların beslenme, giyinme, barınma ve cinsellik ihtiyaçları olmasa nasıl bir dünya ortaya çıkardı? Evet Pallas sakinlerinin beslenme sorunu yoktur. Yani beslenirler ama bu onlar için bir SORUN değildir. Gezegenin çeşitli yerlerinde bulunan mantar çayırları üzerine uzanırlar ve bir yandan uyurken, bir yandan da vücutlarındaki gözenekler vasıtasıyla gerekli besini bünyelerine alırlar. Pallas sakinlerinin giyinme sorunu da yoktur. Bizim tabirimizle hep çıplak dolanırlar. Asteroidde herhangi bir hava olayı da yaşanmaz, ısı sorunu da yoktur, aile kurmaları da gerekmediğinden barınma sorunları da yoktur. Atölyeleri vardır. Ancak buralarda yalnızca birlikte çalışırlar, sonra uyumak için bir mantar çayırlığının yolunu tutarlar. Uyurken sırtlarından çıkardıkları kendi derilerinden oluşan bir tulumun içinde yatarlar.
OSKAR KOKOSCHKA’NIN ÇİZGİLERİYLE PAUL SCHEERBART
Cinsellik de yoktur Pallas’ta. Asteroidin derinliklerinden çıkardıkları dev cevizleri kırarlar, bu cevizlerden genç Pallasyalılar çıkar ve ırklarının devamı bu şekilde sağlanır, işte bu sebeple aile kurmaları da gerekmez. Aile olmayınca soy, sop, miras, vs. gibi sorunlar da olmaz. Pallasyalılar keyif için kabarcık otu tüttürürler. Kabarcık otu da çok sayıdaki kollarından birinin üzerinde kök salmıştır. Yalnızca otun bir dalını ağızlarına alıp, içlerine çekmeleri yeterlidir. Hem asteroidlerindeki özel kütle çekimi koşuları, hem küçük kanatları hem de esneyen ve uzayıp kısalabilen vücutları sayesinde uçarak bir yerden bir yere gidebilirler. Yine de asteroidin her yerine rahatça ve kısa sürede
ulaşabilmeleri için çeşit çeşit ortak kullanıma açık taşıma sistemleri inşa etmişlerdir. Elbette söylemek gereksiz, yaşamlarında para diye bir şey de yoktur. Görüntü büyütme imkanına sahip gözleri olduğundan, kitaplarını mikro boyutlarda basarlar ve bunları boyunlarındaki kolyeye asarlar. Bu sayede bir Pallasyalı tüm kütüphanesini bu kolyede taşıyabilir.
İnsanoğlu böyle bir yaşama sahip olsaydı, o zaman neyle uğraşırdı sizce? Neyse biz kendi tahminlerimizi bir yana bırakalım. Scheerbart’ın hayal alemine göre Pallas sakinlerinin tek düşündükleri asteroidlerini “sanatsal” açıdan geliştirmek, yeniden düzenleyip, güzelleştirmektir. Bu konudaki kararları da kitabi tabiriyle “doğrudan demokrasi” yoluyla alırlar. Bizim için soğuk ve “ütopik” bir kavram olsa da Scheerbart’ın kitabını yazdığı zaman ülkesi Almanya’nın halen bir imparatorluk olduğunu hatırda tutmak gerekiyor. Aynı şekilde İngiltere, Avusturya, Rusya ve tabii ki Türkiye de hanedana dayanan krallar, kraliçeler ve imparatorlar tarafından yönetiliyordu. Demokrasi ise o da ancak olabildiği kadarıyla ABD ve Fransa’da görülüyordu.
BİR (PASİFİSTİN) GÖZÜYLE DÜNYA(MIZ)
Radikal bir pasifist ve anti-militarist olan Paul Scheerbart 1. Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine Almanya’daki askere alma kampanyasını protesto etmek üzere açlık grevine başladı. 1915 yılında açlık grevinden kaynaklanan sebeplerle ölen yazarın, ölüm sebebi kayıtlara beyin kanaması olarak geçti.
Scheerbart, romanının kahramanı Lesabéndio’nun ağzından gezegenimizdeki yaşamla ilgili Pallas sakinlerinin bazı yorumlarını aktarır kitabında. Pallasyalılardan biri dünyaya gitmiştir, ancak iki gezegenin farklı koşullarından dolayı insanlar tarafından görülmemiş ve farkedilmemiştir. Kendisi ise herşeyi görür ve dönüşünde bir kitap yazar. Lesabéndio arkadaşı Biba’ya bu kitabı okumaktadır:
“… Ancak yine de mükemmel gözlerim sayesinde Dünya’da olan biteni bütün açıklığıyla görebiliyordum. Gördüklerimse çok acayipti, ama pek de iç açıcı şeyler değildi. Her tarafta bedenimi beslemek için bir sürü bitki çeşidi buldum. Pallas’tayken, gıda maddelerini gözeneklerimizden almak için bedenimizi Pallas mantarlarına değdirmemiz yeterliyken, dünyada mantar ve benzeri yiyecekleri, gözeneklerimden emebilmek için önce toz haline getirmek zorundaydım. Ancak Dünyalıların beslenme şeklini görünce dehşete düştüm; bunlar bedenleri şişene kadar besinleri ağız yoluyla alıyorlardı. Üstelik en korkuncu da başka canlıları öldürmeleri, onları kesip doğradıktan sonra da parçalar ve lokmalar halinde ağızlarına sokmalarıydı; ağızlarındaki taş gibi sert dişleri ile bunların hepsini çiğniyorlardı. Kendimi Dünyalılara gösterebilmek için elimden gelen her şeyi yaptım, ama yine de bunu bece- remedim. Dünya’da yaşayanlar çok farklı zeka düzeylerine sahipler; yönetici konumda olanlar da zorlukla iki bacakları üzerinde oradan oraya kendilerini sürüklüyorlar ve kendilerini insan olarak adlandırıyorlar. İnsanlar da başlangıçta yırtıcı hayvanlarmış – yani diğer canlılara saldırıp onları öldüren ve yiyen canlılarmış. Bu yırtıcı hayvan içgüdülerinden faydalanarak iğrenç alışkanlıklar geliştirmişler. İnsanlar yalnızca dünya üzerinde yaşayan kendilerinden daha düşük zekaya sahip canlıları yok etmekle kalmıyorlar, yiyecek için karşılıklı olarak birbirlerini de yok ediyorlar. Gerçi birbirlerini yediklerini hiç görmedim, yine de binlerce kişiden oluşan devasa ordular halinde birbirlerine saldırdıklarını, ateşli silahlar ve keskin demir parçaları ile birbirlerini korkunç şekilde yaraladıklarını ve yaralananların çoğunun kısa süre içinde öldüklerini kendi gözlerimle görmek zorunda kaldım.”
1913 yılında yayımlanan “Lesabéndio” romanı Paul Scheerbart’ın başyapıtı olarak görülmektedir. Hayranlarına göre, Alman olmayıp da İngiliz ya da Amerikalı olsaydı ya da bu romanı Birinci Dünya Savaşının arifesinde değil de daha sonraki tarihlerde yayımlansaydı, bu romanı ile uluslararası bir şöhret kazanabilirdi. Scheerbart fantastik öyküler anlattığı kitaplarının yanısıra şiirler de yazmış ve fantastik çizimler yapmıştır. Mimariyle yakından ilgilenmiş “Glasarchitektur (Cam Mimarisi)” (1914) adlı bir kitap ve mimari üzerine birçok makale yazmıştır. Aralarında Bruno Taut’un da bulunduğu döneminin önde gelen mimarları onun fikirlerinden çok etkilenmişlerdir. Walter Benjamin’in 1927’den 1940 yılına kadar sürdürdüğü ve bitiremediği ünlü projesi “Passagenwerk (Pasaj Projesi)” de ilhamını Scheerbart’tan almıştır. Yazarımızın uğraştığı bir diğer alan da devridaim makinesidir. 1907 ile 1910 arasında iki buçuk yıl boyunca bir devridaim makinesi yapmak için uğraşmıştır. “Das Perpetuum mobile. Die Geschichte einer Erfindung. (Devridaim Makinesi. Bir Buluşun Tarihi)” (1910) isimli bir kitabında bu çalışmalarını anlatmıştır.